Deme insâna ma’lûm olmadık ma’nâ mı kalmıştır
Eğer meçhûl ararsan her işin encâmı kalmıştır.
Namık Kemal-Murabba II
Sınırını bilemediğimiz bir evrenin içinde yaşıyoruz ve sahip olduğumuz bilgiler bilmediklerimizin yanında çok az kalıyor. Fakat meraklı insanlar olarak sürekli ve bitmek bilmeyen bir arzuyla sürekli araştırıyoruz ve yeni bilgiler elde ediyoruz. Biz bulunduğumuz bu evreni anlamak için iki ana yol seçiyoruz, din ve bilim.
Bundan olmalı ki genel itibariyle din ile bilimi birbirine karşıt iki görüş gibi algılıyoruz. Peki ya bunların her ikisi de doğruysa? Yani hem inanç olarak hem de bilimsel olarak aynı sonucu çıkaramaz mıyız?
Din ve bilim arasındaki ilişkiyle ilgili olarak üç temel görüş öne sürülmektedir. Birinci görüş bilim ile din arasında hiçbir ilişki bulunmadığını söylüyor ve onların farklı sorulara cevap veren iki olgu olduğunu savunuyor. İkinci görüş, bilim ve din arasında birbirini tamamlayan bir ilişki bulunduğu savunuyor ve kendi aralarında bir uzlaşma olduğunu iddia ediyor. Üçüncü görüş ise, bilim ve din birbirine karşı iki olgu olduğunu söylüyor ve sürekli olarak birbirleriyle çatışma içinde olduğunu ileri sürüyor.
Türkiyeyi ele aldığım zaman kendi gözlemlerim doğrultusu kadarıyla insanları büyük bir kısmını üçüncü görüşü savunduğunu düşünüyorum. Bunu bilinçli olarak yapmadıklarını daha çok din ile bilimin dışarıdan bakıldığı zaman birbirine karşıt iki olgu olarak algılandıklarını düşünüyorum. Bu algıyı yaratmasının en büyük sebeplerinden biri hem dini bakımdan hem de bilim konusunda derinleşmiş insan sayısının azlığından kaynaklandığını ileri sürülüyor ve ben de bu görüşe katılıyorum. Benim bu yazımda savunduğum görüş ise birinci görüş, bilim ve din ayrı sorulara cevap arıyorlar ve bu yüzden birbirlerine karşı bir savaş da olma gibi bir şey söz konusu değil.
Bilim, Nesnel olarak algılanabilir. Nesneler arasındaki ilişkiyi kullanıp bir takım formüller ve yasalar oluşturur ve birikimli olarak ilerler. Şüphecidir ve koyulan yasalar değişme ihtimalli her zaman vardır.
İki nesnenin birbirinin etkileşim nasıl olduğunu bulmaya çalışır. Bu sorulara örnek vermek gerekirse bir insan yalan söylediği zaman vücudun verdiği tepkiler, evrende var olan çekim ve itim kuvvetleri ve bunların nasıl çalıştığı, insan vücudunla etkileşim halinde bulunduğu zaman zararlı olacak kimyasallar ve neden zarar verdikleri gibi konuları araştırır.
Din, nesnel olarak akıl yürütemediğimiz konularda ve aklımızı kurcalayan birçok derin soruya cevap bulduğumuz bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Dogmatik ve kesin cevaplara sahiptir. İnsanların var olma amacını söyler ve nasıl yaşamasını gerektiğini anlatır. İnsanların çevresindeki ve diğer insanlarla olan ilişkileriyle ilgili doğru ve yanlışları söyler. Neden var olduğumuz ile ilgili sorulara cevap verir.
Bilim genel anlamıyla kozmos da gerçekleşen olayların nasıl gerçekleştiğini açıklarken, Din bu gerçekleşen olayların nedenini, var olma sebebini açıklıyor. Yani bilim bir olgunun Nasıl gerçekleştiğine sorusuna cevap ararken, din Neden sorusuna cevap aramaktadır. Bununla ilgili olarak yaşamımda bir örnek vermek istiyorum:
Lisede bir fizik dersimde, Kütle çekim kanunu işlerken, aklıma bir soru takılmıştı; “Neden iki kütle birbirini çekiyor ?”, ve bunu hocama sorduğum zaman, sorumu tam olarak anlayamamış olmalı ki; nasıl neden çekiyorlar işte bu formüle göre çekiyor demişti.
Benim aradığım cevap ise şuydu; Dünya ile Güneş neden birbirini çekiyor, o ise bana ikisinin birbirine ne kadar kuvvet uyguladığını gösteren bir formülü gösteriyordu. Daha sonradan aradığım cevabı üniversiteyi kazandığım yaz okuduğum bir kitapta rastgele bulmuştum;
“
O dönemde Newton, en ünlü denklemi ve onun insanı şaşırtan sonuçları üzerinde iyice düşünmüş ve şu itirafta bulunmuştu: “Göksel olguları kütleçekimi kuvvetiyle açıkladık, ancak bu kuvvetin nedenini belirlemedik.” En sonunda, bütün bunların sorumlusunun Tanrı olduğu konusunda ısrar ediyor ve şunları söylüyordu: “Güneş, gezegenler ve kuyrukluyıldızlardan oluşan bu en güzel sistem, ancak zeki ve güçlü bir varlığın bilgisi ve hâkimiyetiyle işleyişini sürdürebilir.” Newton, Aristoteles’in Tanrıyı Dünya’dan ayrı bir göksel âlemle sınırlandıran düşüncesinde hatalı olduğu sonucuna varmıştı. Aristoteles’in bu düşüncesi, Newton’un genç çağdaşlarının, bu mükemmel göksel âlemin kütleçekimiyle bozulması nedeniyle Tanrı’nın Evren’den dışlandığını düşünmeleri kadar hatalıydı. Tam tersine Yaratan, küçük bir elma ve Dünya da dahil, yaratmış olduğu her şeyde daima var olmuştu, vardı ve var olacaktı. Gittikçe yaşlanan ünlü doğa felsefecisi heyecanla şunları söylüyordu: “O ölümsüz ve sonsuzdur; her şeye gücü yeter ve her şeyi bilir. Ebedi ve ezelidir. Varlığı sonsuzdan sonsuza uzanır.”
Felsefe ile din arasındaki ilişkiye bakacak olursak. Felsefe, dini din felsefesi altında inceler.
Aslında bakılacak olursak din felsefesi ile din aynı soruları soruyor sadece dinden farklı olarak bunu kesin ve dogmatik bilgilerle değil, şüpheci ve sorgulayarak araştırıyor.
-Benim bu hayatta var olma sebebim nedir?
-Ölümden sonra hayat var mı?
-Bizi yaratan yüce bir varlık var mı?
-Ruh ölümsüz müdür?
Sonuç olarak, Din ve din felsefesi, neden sorusuna cevap ararken, bilim nasıl sorusuna cevap arar bu yüzden din ile bilimin uğraştığı konular farklıdır. İnançlı bir bilim adamı ya da rasyonalist bir din adamı olmak düşünülenin aksine kendi içinde bir tezatlık barındırmaz.
Yazımı Mustafa İnan’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum
Aklın yanına hikmet dediğimiz yüksek bilgi kabiliyetine de yer vermek lazımdır. Hikmet, bu alemin olaylarına, onun üstüne çıkarak mütevazı bir şekilde bakmak, aralarındaki iç ahengi sezmek, aşk ile realitenin derinliğine nüfuz etmektir.
Bu anlamda bir şair, bir hakim, bir mutasavvıf ve veli, alimden çok derin olarak realiteye ulaşabilir. Kim iddia edebilir ki bugün Einstein, Mevlana’dan daha çok tabiat sırlarına erişmiştir.,
Oğuz Atay -Bir Bilim Adamın Romanı
Merhaba buradayım! Kusura bakma ancak okuma fırsatım oldu yazını.. emeğine sağlık, yolun açık olsun🙏🏽
Teşekkür ederim 🙂 gözlerine sağlık 🙂
Öncelikle kalemine sağlık… Bir kaç küçük eleştiride bulunmak istiyorum yazılarını çok beğenen biri olarak…
Bilim ve din aynı sorulara cevap aramazlar bu konuda kesinlikle haklısın fakat yazında din kısmını ankatırken sadece yaratıcının var olduğu gerçeğinin aslında bilimle birbirini tamamladığını savunmuşsun fakat eğer konu dine gelicekse türkiyede insanların din ve bilimin çeliştiğini düşünmesini sebebi islamiyetle çelişmesi olabilir mi? Baktığımızda sadece islamiyt değil diğer bir çok dinlede bu sebeple çelişir
Basit bir örnekle;
dinin kıyamet zamanı gök yarılacak ve yıldızlar tek tek yeryüzüne düşecek tezinin bilim tarafından gülüç karşılanması
Yani demek istediğim bir yaratıcını varlığına inanan inançlı bir bilim adamı olmak gayet doğal çelişkinin başladığı nokta dinler ve anlattıkları
Öncelikle geç cevap verdiğim için özür dilerim. Ve yazılarımı takip ettiğin ve yorum yaptığın için teşekkür ederim 🙂
Evet eleştirinin haklı taraflarını görüyorum. Her şeyi bilen bir yaratıcının böyle bir hata yapması beklenilmeyecek bir şey. Bu konuda dini düşüncelerimin değişmemesinin sebebini iki şeye bağlıyorum. birincisi şu: Dini kitaplar bilimsel kitaplardan farklı bir dille yazılmışlardır.Yani içindeki yazılan her şeyin aynı bir ansiklopedi gibi direk düz anlamıyla yazılmasını beklemek yanlış diye düşünüyorum. ikincisi şu: bir şeyi yapmak her zaman yıkmaktan daha zordur. 1400 yıllık bir din var ortada ve bunun ilk çıktığı yer cahil bir toplumun ortasında çıkıyor ve insanlar bu düşünce karşısında ölüyorlar. Ve ben insanları bir görüş hakkındaki düşüncelerini değiştirmenin ne kadar zor olduğunu bilen bir insanım fakat bunu Hz Muhammed SAV başarıyor ki bu hiç kolay bir iş değil. Bu yüzden böyle bir eleştiri gelince her zaman inanma tarafı bana ağır gelmiştir. sonuca bağlanmam gerekirse dinin inançla ilgili bir mesela olduğunu düşünüyorum. İnsanlar kesin kanıtlar arıyorlar fakat o zaman dine inanmış olmuyorsun. Dinin var olduğunu bilmiş oluyorsun.
iyi geceler 🙂