” Yanlış soruları sormaya devam ederseniz, asla doğru cevabı bulamazsınız”
Lee Woo-Jin: Oldboy
Distopya ve ütopya filmlerinin vazgeçilmez konusu olan yapay zekâ, artık sadece bilim kurgu filmlerinde değil; hayatımızda da yavaş yavaş yer edinmeye başladı. İzlediğimiz filmi seçerken, otonom sürüşe sahip araçlar geliştirirken ya da İnternette alışveriş yaparken yapay zekâ algoritmalarından faydalanıyoruz. Her değişime gösterdiğimiz tepkiyi yapay zekâda da gösteriyoruz. İnsanlar yapay zekâ hakkında ikiye ayrılmış durumda. Bir taraf yapay zekânın dünyanın sonunu getireceğine inanırken; diğer taraf ise, onunla beraber dünyanın daha iyi bir yer olacağını düşünüyor. Ben de yapay zekânın dünyayı daha iyi bir yere dönüştüreceğini düşünenlerden biri olmalıyım ki bu konu hakkında bazı çalışmalarda bulundum. Kendi gözlemlediğim kadarıyla size bu alanda neler olup bittiğinden bahsetmek istiyorum. Yapay zekâ kavramının ilk ortaya çıkışı Alan Turing tarafından sorulan şu soruyla gündeme geldi: ”Makineler düşünebilir mi?”. Ne yazık ki bunun cevabı hala muğlak. İlk olarak makinalar da kastı ne ona bakalım. 20. yüzyılın ilk yarısında çeşitli matematik hesapları yapabilen bir sürü çarktan oluşan büyük mekanizmalara makina diyorlardı. Şu an bu makinalarının yerini bilgisayarlar aldı. Bilgisayarlarda aynı işlemi elektronik devreler kullanarak gerçekleştiriyorlar ve sadece matematiksel işlemler yapabiliyorlar. O zaman makinaların gerçek anlamda düşünmesini istiyorsak ona düşünmeyi sadece matematiksel işlemlerle öğretebiliriz. Yani, biz kendi düşünce sistemimizi bir matematiksel formüle dökebilirsek, o zaman gerçek anlamda bir makineyi düşündürebiliriz. Peki, insanlar nasıl düşünüyor? Ne kadar bu konunun uzmanı olmasam da anladığım kadarıyla size anlatacağım. Beynimiz nöron adı verilen yaklaşık 100 milyar sinir hücresinden oluşur. Nöronlar, elektrokimyasal sinyalleri toplama ve iletme konusunda inanılmaz bir yeteneğe sahiptir. Ve genel anlamda düşünmemizi nöronlara borçluyuz. O zaman bir nöronun matematiksel modelinin oluşturursak makineleri insanlar gibi düşündürebilir miyiz? Belki evet. Öncelikle nöronların çalışma mantığından bahsetmek istiyorum. Nöronlar kendisi gibi başka nöronlara bağlıdır. Bunlar bir düşünme eylemi gerçekleştirirken kendisine gelen elektrik akımına bakıyor ve bu akım belli bir değerin üstündeyse diğer nörona elektrik akımını iletiyor. Bunu gözlemleyen nörofizyolog Warren McCulloch ve matematikçi Walter Pitts,1943 yılında bir yapay sinir ağı modeli oluşturuyor ve böylelikle beynin yapı taşı olan nöronların matematiksel modelini oluşturmuş oluyor. Ve bu model halen günümüzde kullanılıyor. Model çok iyi tasarlansa da o zamanlar bilgisayarların işlemci kapasitesi düşük olduğu için 21. yy başlarına kadar pek bir geliştirme yapılamıyor. Bu kısma kadar anlattığım her şey bir düşünebilen makine tasarlamaktı. Bundan sonraki kısım ise o makineye düşünmeyi öğretmek. Hepimiz ilk başta bir öğrenme sürecinden geçtik. Çevremizi algılamak, konuşmak, adım atmak bizim öğrenme sürecimizin parçalarıydı. Bunun aynısı yapay zekâ için de geçerli. Ona bilgileri diğer adıyla verileri vermeliyiz ki o da düşünmeyi öğrenebilsin. Ne şanslıyız ki hiç istemediğimiz kadar veri üretiyoruz ve bunları düzenli olarak internet ortamında paylaşıyoruz. Şu ana kadar gereken her şeyi yaptık, verilerimiz mevcut, işlem kapasitemiz yeterli ve makinaların düşünebileceği bir algoritmaya sahibiz. Peki, şuan düşünebilen bir makine yaptığımızı söyleyebilir miyiz? Burada size yapay zekâ seviyelerinden bahsetmeliyim.3 tür yapay zekâ seviyesi mevcut bunlar;
- Dar Yapay Zekâ
- Genel Yapay Zekâ
- Süper Yapay Zekâ
Kısaca bu türleri açıklamam gerekirse;
Dar Yapay Zekâ: sadece belli başlı görevleri yerine getirebilen Yapay Zekâ algoritmalarına deniliyor. Mesela sadece ses tanıyabilen yapay zeka algoritmaları( SHAZAM)
Genel Yapay Zekâ: Normal bir insanın yapabileceği bütün her şeyi yapabilen Yapay Zekâ algoritmalarına deniliyor.
Süper Yapay Zekâ: Adından da anlaşılacağı üzerinde insanüstü yeteneklere sahip Yapay Zekâ algoritmalarına deniliyor. Genelde filmlerde gördüğümüz Yapay Zekâ robotları bu kategoriye giriyor.
Bizim geliştirdiğimiz yapay zekâ algoritması ne kategoride derseniz. Bunu size bir örnekle açıklamak istiyorum. Elimizde binlerce köpek ve kedi fotoğrafı verisi var ve bir yapay sinir ağı modeli geliştirdik. Geliştirdiğimiz modele kedi ve köpek fotoğraflarını verdik. Makinemiz bu verilerin hepsini öğrendi ve apaçık gösterdiğimiz fotoğrafların kedi mi yoksa köpek mi olup olmadığını anlıyor. Fakat bunlar dışında bir veri verilince bile onu yine de kedi ya da köpek diye sınıflandırmaya çalışıyor. Yani bizim geliştirdiğimiz yapay zekâ modeli, Dar Yapay Zekâ seviyesinde. Aslında Bu seviyedeki Yapay Zekâ modellerinin yaptığı şey çoğunlukla sınıflandırma. Şuana kadar geliştirilen bütün yapay zekâ modelleri Dar Yapay Zekâ kategorisine giriyor. Bu kategori verinin türüne göre sınıflandırma yapabiliyor ve bazı çok özel görevleri çok iyi yerine getirebiliyor(Satranç gibi oyunlarda rekor üstüne rekor kırma gibi). Fakat filmlerde beklediğimiz gibi bizden daha iyi olan yapay zekâ robotlarına(Süper Yapay Zekâ) gerçekleyecek bir teknolojiye ulaşamadık. Hatta bu aşamayı bırakın hala kendi seviyemize eş bir yapay zekâ algoritması da geliştiremedik. Temelden bakarsak onlar sadece belli matematiksel işlemleri yapıyorlar. Bu işlemler her ne kadar bizim düşünme sistemimiz temel alınarak yapılsa da hala eksik kalan birçok tarafı var. Ve biz insanlar bazı kararlarımızı duygusal olarak veriyoruz. Mesela Elma mı armut mu sorusuna verdiğimiz yanıt genel anlamda hangisini daha çok sevdiğimize göre değişiyor ve bu da bir duyularımızın sonucunda verdiğimiz bir karara dönüşüyor. Hayatımız verdiğimiz kararlara göre değiştiğini düşünürsek kendi kararlarını veren ve süper bir zekâya sahip yapay zekâ yapmak istiyorsak duygusal kararlarımızın da matematiğini oluşturmalıyız. Duygusal kararlarımızın matematiksel karşılığı var mıdır ayrı bir konu fakat her ne kadar yapay zekâ konusunda yolun başında olsak da bu alanın gelişeceğine inanıyorum. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapay zeka günün sonunda bizim seviyemize gelebilecek mi?
Duygusal kararlar ortam sartlarına ve insan ilişkilerine yada insan nesne ilişkilerine göre değişebileceğini düşünüyorum. Örneğin sabah uyandığımda kahvaltıdan sonra canım elma yemek isteyebilir ve akşam da armut, elimiz elma soyarken kesildiğin de canımız yanar ve elma yemekten aniden vazgeçebiliriz.. Ayrıca neden elma ve armut tercihleriyle kendimizi sınırlayalım ve ya sınırlanmamıza izin verelim ki? 🙂